Bu hikaye size ölümü de hatırlatabilir, hayatı yaşamayı da… Abartı da gelebilir, yakın da hissettirebilir… İlham da verebilir, hayalperest de gelebilir. Bu benim gerçek hikayem ama çok geçmişe dayanıyor. Koronadan, annelikten, göçmenlikten, evlilikten daha eskisine yirmili yaşlarıma, yeni mezun çok çalışan ama bir yandan da iş yaşam dengesini korumak için uykusundan feda eden (ne kadar yanlış olduğunu artık biliyorum), arkadaşlarımın tanımıyla “dışı Barbie içi Chucky” yıllarıma uzanıyor.
Hayal ettiğim okul ve bölüm olmasa da çok iyi bir üniversitenin, aranılan bir bölümünden mezun olmuştum. Hayal ettiğim iş ve bölüm olmasa da konumu, imkanları, ortamı, tanımı iyi bir işte çalışıyordum. Öğrenme merakım yüksek lisans yapmaya değil de farklı kurslara katılmaya yönelikti. Yüzden fazla kursa katılıp, çok yönlülükten besleniyordum. O yüzden de “Yaratıcı Düşünce ve Reklamcılık“ kursu tam bana göreydi. Üstelik eski, yeni tüm katılımcıların dahil olduğu bir platformda sürekli birbirimizi destekleyip, geliştiriyorduk. Herkesin hayalleri, uçuk kaçık fikirleri ve de bunları gerçekleştirmek için sonsuz bir enerjisi vardı. Konumuz da bu projelerden biri olan “Ölüm Var Abi”. Bu ara ölümle ilgili farklı konular karşıma çıktığından, ölüm üzerine çok düşündüm ve bu özel hikayem aklıma geldiğinde daha çok kişiyle paylaşmak istedim.
Bu kurstan sevgili Mustafa Ülker’in projesi olan “Ölüm Var Abi” bir sigara paketi ücretine (ironik değil mi) kaydolunan ve beklenmedik zamanlarda size arama, mesaj veya sosyal medya üzerinden ölümü hatırlatan bir uygulamaydı. Bana göre Mustafa’nın amacını en güzel anlatan İmam Gazali‘nin “Say ki öldün; Yalvardın, yakardın, sana bir gün daha verildi. Bugünü o gün bil ve öyle yaşa.” sözü anlatıyor. Benim hikayeme dönersek, bir gün toplantıdan çıkmış, mesaiye kalacağımdan işe geri dönerken gizli numara aradı.
Telefondaki ses “Yarın öleceğini bilsen bugün ne yapardın” dedi.
Cevabım hiç düşünmeden, bilinçdışımdan geldi ve “İstifa eder, Küba’ya giderdim” oldu.
“Neden yapmıyorsun? Ölüm var abi” deyip kapattı.
Mevcut işimde keyfim yerindeydi ama pazarlama departmanında finansal analiz yapmaktansa daha yaratıcı işler peşindeydim ama konfor alanımdan çıkıp da bir ajansta en alttan işe başlamaya uzaktım. Aramadan sonra o gün mesaiye dönmedim, ertesi gün istifa ettim. Yaklaşık iki senedir çalıştığım için ihbar sürem de uzun değildi ve bu süreyi “Hayal et, listele, yap” kitabını okuyup, Küba’ya gitmek için gerekenleri listeleyerek geçirdim. Her şeyi en ince detayına kadar kalemlerine bölünce uygulamak da kolay oldu, zor olan ailemi ikna etmekti. O dönemde Küba’da internet şimdiki kadar bile yoktu, sadece üç otelin bilgisayar odasından internete girilebiliyor, hiçbir konuşma paketi Küba’daki aramaları kapsamıyordu, iletişim çok sınırlı olacaktı ve en yakın tanıdığımız insandan bile binlerce kilometre öteye tek başına gitmek istiyordum. Şimdi daha kabul edilebilir olsa da on üç sene önce bu şekilde gezmek yaygın değildi. Ailemi ikna etmek için de kurumsal bir cevap buldum ve sunum hazırladım yanında da Küba’nın geleneksel yemek ve içecekleri ile onları balkona davet ettim. Babam hiç boşuna uğraşma diye girdiği balkondan, git bakalım gör Hanya’yı da Konya’yı da diyerek çıktı. Annemse üstüne yatıp uyumadan cevap vermedi. Ertesi gün annemden de onayı alınca hemen uçak bileti, vize ve hazırlıklara başladım. Dört gün sonra ise uçaktaydım. Planladığım gibi üç ay kalamadım ama muhteşem bir macera yaşadım ve o ilk adımı atmamı sağlayan telefonu hiç unutmadım. Küba’dan sonra da ne istemediğimi anlayıp, beni maddi değil de yaşamla doyuran tercihler yapmaya özendim.
Ölüm Var Abi’ye ne oldu derseniz fikrin sahibi Mustafa’nın yolu da projeden kısa bir sonra göçmenliğe uzandı. Daha doğrusu hayallerine… En iyi reklamcılık okulunu araştırmasıyla Miami Ad School’a burslu kabul edilmesi ve okulu birincilikle bitirmesi yine tam onluk bir hikaye. Amerika’da Türk yazar olmaz, çok zor yapamazsın diyenlere inat başarması, yetenek, çok çalışmak ve kendine inanmasın eseri. Göçmenlikte dil dezavantajımız olsa da farklı bir kültürden geldiğimiz için bambaşka bir bakış açısı sunabiliyoruz, özellikle de ilk yıllarda algılarımızın ve farkındalığımızın etkisiyle çok yaratıcı olduğumuzu düşünüyorum. Nerede olursak olalım Muhammed Ali’nin dediği gibi “Yapacaklarımızı erteleyecek kadar ne zamanımız ne ömrümüz var. Her günü son günün gibi yaşa çünkü bir gün haklı çıkacaksın” ve o gün geldiğinde keşke yerine iyi ki diyebilelim.